Gün |
12 |
Güzergah |
Elazığ – Malatya |
Mesafe |
98 km |
Seyahat Süresi |
2 saat |
Bugünkü hedefimiz Malatya… Yolumuz oldukça kısa. Bu nedenle saat 08.00 de kahvaltı etmeden Elazığ’dan hareket ettik. Elazığ’dan çıktıktan 10 km kadar sonra yol kenarındaki bir benzin istasyonunda güzel bir kahvaltı yaparak masmavi bir gökyüzü altında yolumuza devam ettik. Malatya’ya yaklaştıkça, gördüğümüz jandarma kontrol noktalarında artık arama sıklığı azalmaya ve yemyeşil kayısı bahçeleri bizi karşılamaya başladı.
Elazığ-Malatya yolunu hemen hemen yarılamış iken, bir virajı döner dönmez Kömürhan Köprüsü karşımıza çıktı. Köprüyü daha iyi görmek için biraz yavaşladığımızda, girişindeki nöbetçi askerler köprünün girişindeki bir levhayı göstererek elleriyle hızlanmamızı işaret edince biraz şaşırdık. Meğer nedeni köprünün girişindeki levhada yazıyormuş.
“Dikkat!.. Köprüden izinsiz yaya geçmek, araçla durmak, fotoğraf veya kamerayla çekim yapmak yasaktır.”
Bizde askerlerin talimatlarına uyarak hızımızı biraz arttırıp, Kömürhan Köprüsü’nü geçtikten hemen sonra sağda yer alan Karayolları Dinlenme Tesisleri’nde mola verdik.
Elazığ ve Malatya arasında, Elazığ’a 43 km, Malatya’ya ise 55 km olan noktada, Fırat Nehri üzerinde bulunan ve Kömürhan Köprüsü, 1983-1986 yılları arasında 3 senede tamamlanmış ve 8 Nisan 1986 da hizmete girmiş. STFA tarafından inşa edilen köprü 135 m orta açıklık uzunluğuna sahiptir.
Fırat’ın bu kesimindeki tek köprü olması ve dolayısıyla lojistik açıdan oldukça önemli bir konumda bulunması nedeniyle köprü üzerinden yaya olarak geçmek veya arabayla geçerken duraklamak yasakmış.
Köprünün adı, Mimar Sinan tarafından Fırat’ın Elazığ tarafındaki kıyısına yapılan Kömürhan’dan geliyormuş. Batıdan Harput’a giden kervanlar, Kömürhan’a geldiklerinde “Harput’a geldik” derlermiş ve burada mola verirlermiş. Ancak Mimar Sinan’ın bu eseri şimdi baraj nedeniyle yükselen Fırat’ın suları altında kalmış. Tıpkı, 1937 yılında yapılan ve İsmet İnönü tarafından açılışı yapıldığı söylenen ve adına türküler yakılan Kömürhan Köprüsü gibi…
Şu Fırat’ın suyu akar derindir,
Yarimi götürdü anam kanlı zalimdir,
Daha gün görmemiş taze gelindir
Söyletmeyin beni anam yaram derindir
Kömürhan köprüsü Harput’a bakar
Kör olası zalim Fırat ocaklar yakar
Ahbaplarım gelmiş ağıtlar yakar
Söyletmeyin beni anam yaram derindir.
Ancak Karakaya Barajı’nın yapımından sonra “kanlı zalim” , “Körolası zalim” Fırat gitmiş, yerine uysal ve sakin akan bir Fırat gelmiş. Ancak bu türkü, hala Fırat’ın diğer bölgelerinde söylenmeye ve hatta TV dizilerine bile konu olmaya devam ediyor.
Karayollarının mola yerinde, Karakaya Barajı’nı ve biraz da gizlice Kömürhan Köprüsü’nü görüntüledikten sonra, tekrar Malatya’ya doğru yola koyulduk.
Kale ilçesi ve sağlı sollu kayısı bahçelerinin arasından devam ettikten sonra yolumuzun solunda İnönü Üniversitesi ve Turgut Özal Tıp Merkezi binaları önünden geçerek yeşil Malatya’ya geldik.
Malatya şehir merkezine girmeden önce Battalgazi civarını görmek için, Malatya girişinden sağdaki yola saptık. Dönüşte uğramak üzere Battalgazi ilçesinin içinden geçip, Karakaya Baraj Gölü kıyısına doğru ilerlemeye başladık.
Bir müddet sonra güllerle donanmış ve çeşitli ağaçların bulunduğu yeşillikler içindeki bir türbe dikkatimiz çekti. Üzerindeki açıklamalarda türbenin, Hz.Muhammed’in imamlarından olan Hz.Zeynel Abidin’e ait olduğu belirtiliyor.
Battalgazi ilçesinin sınırları içerisinde bulunan ve şu anda Karakaya barajı gölü içerisinde kalmış olan Atabek köyünde yer alan Hz.Zeynel Abidin türbesi köyün sular altında kalmasından önce şimdiki yerine taşınmış. Önceki dönemlerde çok fazla dikkat çekmeyen türbe, göl nedeni ile baraj gölü sınırları dışına çıkartıldıktan başta Malatya olmak üzere çevre illerde yaşayan Alevi toplumu tarafından bilinen ve ziyaret edilen bir yer haline gelmiş. Zeynel Abidin ziyareti sadece Alevi toplumunca değil aynı zamanda Malatya da yaşayan Sünni toplumca da ziyaret ediliyormuş.
Zeynel Abidin Kültür Vakfı çalışmaları ile türbe ve çevresi düzenlenmiş. Türbenin yanı sıra üç katlı bina içerisinde toplantı salonu, cemevi, vakıf ofisi, mutfak, bulaşıkhane gibi kısımlar yapılmış.
Ziyaretimiz sonrası aşağıya doğru yolumuza devam ettik ve yol Baskil’e giden Atabey Feribot İskelesinde son buldu. İskeleden Karakaya Baraj Gölünü görüntüledikten sonra, yemyeşil kayısı bahçeleri ve gelincik tarlalarının arasından geçerek Battalgazi ilçesine döndük.
Battalgazi ilçesi, Malatya’nın ikinci yerleşim yeri olup, 1988 yılına kadar Eski Malatya ismi ile anılan ilçenin tarihi çok eskilere dayanıyormuş. Malatya şehrinin ilk kuruluş yeri bugünkü Orduzu Kasabası içinde yer alan Aslantepe Höyüğü imiş. Daha sonra uğrayacağımız bu alanın, özellikle M.Ö.20 ve 19. yüzyıllarda işlek kervan yollarının kesiştiği bir yer olduğu ve o zaman ki Asur ve Urartu kaynaklarında bu yöre Maldia, Melit, Melide ve Melitea olarak değişik biçimlerde isimlendirildiği biliniyormuş. M.S.1. yüzyılda Aslantepe Höyüğündeki bu yerleşim birimi bugünkü Eski Malatya üzerine kaymıştır. Dolayısıyla bu tarihten itibaren 1836 yılına kadar geçen ve Malatya tarihi olarak anlatılanların aslında Battalgazi İlçesinin tarihi olduğu söyleniyor.
Romalılar ve Bizanslılar döneminde büyük bir şehir haline gelen ve etrafı sularla çevrilerek, askeri bir üs olarak önem kazanan Eski Malatya, Bizans egemenliğinde olduğu halde, yıllarca Sasanilerin akınına uğramış, 7. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiş. Araplar tarafından Malatiya adıyla anılan kent 1101 yılında Danişmentliler’in, 1105 yılında Anadolu Selçukluları’nın, 1399 yılında ise Osmanlılar’ın eline geçmiş. 1401 yılında Timur’un ordusu tarafından yağmalandıktan sonra Osmanlılarla Memluklular arasında çekişmeye konu olmuş ve Dulkadiroğulları’nın yönetimine girmiş. 1515’de I. Selim’in Osmanlı topraklarına kattığı kent, daha sonra Dulkadiriye Eyaletine bağlı Malatya Sancağının Merkezi yapılmış. 19 yüzyılın başında sürekli ayaklanma ve eşkiya saldırıları yüzünden şehir harap duruma düşmüş ve halk kent çevresindeki bağlarda yaşayınca kentin gelişmesi durmuş. Doğu Anadolu’daki Osmanlı orduları komutanı Hafız Mehmet Paşa karargahını Harput’tan Malatya’ya taşıyınca halk kenti terketmiş ve boş kalan evlere askerler yerleştirilince, bağların yoğun olduğu Aspusu yöresine giden halk geri dönmemiş ve bu mahalde yeni Malatya gelişmeye başlamış. Ordu, Nizip savaşı için Eski Malatya’dan ayrılınca kentin boş kalmasına rağmen, halk harabe halindeki evlere dönmemiş. 1839 yılından sonra Eski Malatya eski bir yerleşim birimi olarak varlığını sürdürmeye devam etmiş ve 1987 yılında Battalgazi adıyla ilçe olmuş.
Yaklaşık 1900 yıllık tarihe sahip olan ilçedeki tarihi eserler, genelde Selçuklu döneminde yapılan cami ve türbeler ile kervansaraydan oluşuyor. Battalgazi ilçesindeki ilk durağımız, ilçe meydanında yer alan Alacakapı Mescidi oldu. Mescidin duvarındaki açıklamada 1585 yılında Seyit Ömer ve Şah Ali isimli kişiler tarafından yaptırıldığı yazıyor. Orijinali kare planlı olarak kesme taştan yapılan ve üzeri ahşap çatı ile örtülen cami yapılan çeşitli onarımlar sonucunda özelliğini tümüyle yitirmiş ve maalesef tarihi eser sıfatını kaybetmiş.
Alacakapı Mescidi’nin karşısında bulunan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı 1637 yılında Sultan IV.Murat’ın Vezirlerinden Silahtar Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. 68×76 metrelik bir alanda yer alan ve avluya girişi doğusunda olan kervansaray kesme taştan yapılmış üzeri Tonoz sistemi ile örtülmüş. Dikdörtgen avlusu ile tipik kervansaray görünümünde olan ve dış tarafında dükkanlar olduğu sanılan yapının 12 misafir odası ile ana kapının iki yanında 2 tane hancı odası varmış. Her ikisi de dikdörtgen planlı olan yazlık (açık) ve kışlık (kapalı) mekanlara sahip olan kervansarayın revaklı cephesinin ortasında bir vakitler havuz bulunuyormuş. Yakın zamana kadar bir harabe halinde olan bu tarihi eser, nihayet restorasyona alınmış. Bu nedenle içerisini gezme imkanı bulamayınca, genelini fotoğraflamakla yetindik.
Battalgazi’deki diğer tarihi miraslar için dar sokaklardan geçerek ilerlediğimizde, karşımıza çıkan küçük çocuklara arabadaki küçük hediyelerden vermek istedik ise de, beğendiremedik. Hepsi sözleşmiş gibi para istediler. Ne de olsa artık batıya doğru gelmiştik.
Üçüncü olarak, mahalle arasında yer alan ve minaresi ile dikkati çeken Melik Sunullah Camii’ni görüntüledik. Kitabesinde, Memluk Sultanı Melikülzahir Berkuk zamanında Abdullah oğlu Çerkeş tarafından 1394 yılında yaptırıldığı belirtilen cami, halk arasında Adile, Vaiz Ocağı veya Vaiz Baba isimleriyle de biliniyormuş. Kesme ve moloz taştan kare planlı olarak yapılan ve üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüş olan cami, günümüze harap bir durumda gelebilmiş. Kesme taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli olarak inşa edilmiş olan ve kitabesinde 1394 yılında onarım gördüğü belirtilen minaresinde, yer yer dökülmüş olan firuze renkli çinilerin izleri görülebiliyordu.
Battalgazi ilçesindeki bir sonraki uğrağımız ise, Malatya’da Selçuklu geleneğini temsil eden tek eser olduğu söylenen Ulu Camii oldu. 1224 yılında Anadolu Selçuklu hükümdarı 1.Alaeddin Keykubat tarafından Mimar Yakup Bin Ebubekir El Benna El Malati’ye, 7. yüzyılda Araplar tarafından yaptırılan ve daha sonra yıkılan eski caminin yerine yaptırılmış. Kitabesinde belirtildiğine göre, 1515 yılında Memluklular ve 1649 yılında Osmanlılar tarafından onarımı yapılmış. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen son restorasyonu ise Mayıs 2006’da tamamlanan ve 1650 m2 kapalı alana sahip olan Ulu Camii, güney cephesindeki Sahabiyye-i Kübra Medresesi ile birlikte bir külliye imiş. Tuğla minaresi ile ilgi çeken ve taş duvar işlemeciği ile çini işlemeciliği bakımından oldukça zengin olan caminin minberi Ankara Etnografya Müzesinde imiş.
Battalgazi’den ayrılıp Malatya şehir merkezine dönerken, yolumuzun üzerindeki sarı renkli Aslantepe levhası dikkatimizi çekti. Zaman açısından rahat olduğumuzdan yol işaretlerini takip ederek kayısı bahçeleri ve köy evleri arasından Aslantepe’ye ulaştık.
Malatya’nın 6 km. kuzeydoğusunda Orduzu Beldesi sınırları içinde bulunan ve binlerce yıl üstüste yığılan pek çok yerleşim tabakasından oluşan Aslantepe Höyüğü, ulaşılabilen bilgilere göre, M.Ö. 5 bin yıllarından M.Ö 712 tarihindeki Asur istilasına kadar şehir olarak varlığını sürdürmüş, ancak daha sonra uzunca bir süre terk edilmiş. M.S. 5.ve 6. yüzyıllar arasında ise Romalılar tarafından olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini tamamlamış.
İlk kazı Atatürk’ün emriyle 1933 yılında Fransız arkeolog I.Delaporte tarafından yapılmış ve bu kazılarda taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli ile Geç-Hitit Sarayı bulunmuş. Bu eserler hala Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyormuş.
1961 yılından günümüze kadar devam eden ve Roma La Sapienza Üniversitesi arkeologları tarafından yapılmakta olan kazılar, Aslantepe’nin tarihini daha erken dönemlere taşımış. Höyükte yapılan kazılar sonucunda M.Ö. 3300-3000 yıllarına ait bir kerpiç saray, M.Ö.3600 – 3500 yıllarına ait bir tapınak , binlerce mühür baskısı kaliteli metal eserler bulunmuş. Bu buluntular ışığında, Aslantepe’nin, o dönemlerde aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı resmi, dini ve kültürel bir merkez olduğu sonucuna varılmış.
7 adet medeniyetin yerleşim bölgesi olduğu ve ilk yerleşimin Tunç Çağı’na kadar gittiği belirlenen Aslantepe Höyüğü’nde, 46 yıldır devam eden kazı çalışmalarını yürüten arkeologlar, kış nedeniyle ara verdikleri kazı çalışmalarına Haziran ayından itibaren tekrar başlıyorlarmış. Kazı ekibinin henüz gelmemiş olması yanısıra, bölge halen müze haline dönüştürülmediği için kazı alanında, bir görevli haricinde başkaca kimse yoktu.
Aslantepe’yi, bekçilik görevini de yerine getiren görevli nezaretinde gezdik. Höyüğün ilk yerleşimi olduğu sanılan ve M.Ö 3300 yıllarına denk gelen kalkotik dönemdeki bir saray kalıntısının içine girdik. Kalıntının üzeri, sert geçen kış şartlarından korunması amacıyla kapatılmıştı. Sarayın silah deposunu, 240 adet mühürün çıktığı alanı, erkek kadın ve Tanrı simgelerinin çizildiği duvarları, kralın oturduğu alan ile ziyaretçileri ve hediyeleri kabul ettiği mekanları, sarayın koridorlarını, kanalizasyon şebekesini görerek bir zaman tüneli içerisinden geçtik.
Görevliye teşekkür ederek bitirdiğimiz Aslantepe gezisi sonrası Malatya şehir merkezine girdik. Bu arada, sabahtan beri olan masmavi gökyüzü birden yerini gri yağmur bulutlarına bırakmıştı. Öğretmenevine yerleşmemizden sonra bir şeyler atıştırıp, bir taksi ile şehir gezimizin ilk durağı olan Malatya Müzesi’nin yolunu tuttuk ise de, Pazartesi günü olması nedeni ile maalesef kapalıydı. Gezimizdeki hayal kırıklıklarından birini daha bu şekilde yaşadıktan sonra, yürüyerek eski Malatya evlerinin olduğu Sinema Caddesi’ni geldik.
Çoğunlukla sokağa cepheli ve iki katlı olan Malatya evlerinin hemen hepsinde doğrudan doğruya sokağa açılan kapılar bulunuyor. Yörenin ikliminden ötürü, kalın duvarlı ve birbirlerine uyumlu küçük pencereleri olan müstakil yapılar olan bu evlerin arkasındaki bahçelerde başta kayısı olmak üzere, çeşitli meyve ağaçları bulunuyormuş. Ana yapı malzemesi olarak çevreden sağlanan ve işlemesi çok kolay olan koyu renkte bazalt taşları kullanılan evlerin duvarları arasında ahşap hatıllara yer verilmiş. Ayrıca evlerin iç doğramaları, döşemeleri, tavanları, pencereleri, kapıları, yüklükleri, merdivenleri ve sekileri ahşaptan yapılmış. Demir ise sadece kapılarda, pencerelerde ve kapı üstü havalandırmada parmaklık olarak kullanılmış.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra kent merkezinde ve çevresinde sivil mimari örneklerini yansıtan çeşitli yapılar yapılmış. Ancak, yakın tarihlerde başlayan şehirleşmenin sonucu olarak Malatya evleri olumsuz yönde etkilemiş ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak Malatya sivil mimari örneklerinden birçoğu bilinçsizce yıkılmış. Günümüzde Malatya evlerinden bazıları koruma altına alınmıştır. Koruma altına alınan yapılardan biri de Sinema Caddesi’ndeki yan yana beş evden oluşan Beşkonaklar imiş. 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğu söylenen ve restorasyon çalışmaları tamamlanan Beşkonaklar’ın Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü olarak kullanılması düşünülüyormuş.
Sinema Caddesi’ndeki gezimiz esnasında, Beşkonaklar ile hemen hemen aynı tarihi geçmişe sahip olan diğer evlerin tamamına yakın bir kısmının görüntüsünün yanı sıra, bazılarının ise yıkılmaya başlamış olmasından dolayı üzüldük. Bu evlerinde yakın bir zamanda koruma altına alınıp, restore edilmelerini umarak Sinema Caddesi’nden ayrıldık.
Şehir merkezindeki İnönü Çarşısı’na geldiğimizde iyi bir yağmur başlamıştı. Saçaklar altından geçerek Şire Pazarındaki kayısı dükkanlarına ulaşıp, girdiğimiz dükkanda kayısıdan ne kadar çok ürün yapıldığını gördüğümüzde hayret ettik. Sarı renkli olan islimli kayısı ve esmer renkli olan güneş kurusunu hemen hepimiz biliyoruz. Ancak, kayısı döneri, kayısı atomu,kayısı lokumu, kayısı şekeri, kayısı kolonyası ve kayısı yağını ilk kez görüyorduk.
İstanbul için biraz alışveriş yaptıktan sonra yine yağmurdan korunarak kaburgası ile meşhur Hacı Selim lokantasına ulaştık. Ancak kaburga yerine nefis bir şekilde yapılmış kağıt kebabı ile yetindik.
Akşam yemeğimizi de bu şekilde hallettikten sonra yağmurun dinmiş olması nedeniyle Öğretmenevine yürüyerek döndük. Büyük ve oldukça modern bir şehir olan Malatya ve civarındaki tüm gezilerimizi yaya olarak yapmanın da etkisi ile iyice yorulmuştuk. Odalarımıza çıktığımızda, pencereden dışarısını seyrederken, yağmurun arkasında çıkan çok güzel bir gökkuşağını görüntüledikten sonra, ertesi sabahki Kayseri yolculuğumuz için dinlenmeye çekildik.
Şeref Bey, Malatya’yı öyle güzel gezip, öyle güzel anlatmışsınızki, yıllarca yaşadığım yerleri bir daha gidip göresim ve gezesim geldi, ellerinize sağlık.
Yahya
BeğenBeğen
Gezimizin İngilizce ye çevirisinde 3. gün bitmiştir. Bunu herhalde wordpress de tamamı bitince tekmili birden yayınlıyabiliriz. Ayrıca Kars seyahatinde niye böyle birşey yapmadık. Acaba Kars a tekrarmı gitsek.
BeğenBeğen
malatya”mızı kayısı tadında anlattığınız için kucak dolusu sevgiler.Yazınızı okurken, bu yaşadığım bu şehri tekrar sevdim.
BeğenBeğen
TESADÜFEN (YAHYA SABANER’İN SİTESİNİ ARARKEN)BULDUĞUM BU YAZIYI OKUDUĞUMA SEVİNDİM. ÇÜNKÜ MALATYA YI MALATYALININ DAHİ İYİ TANIMADIĞINI BİLİYORUM. BU GÜZEL ŞEHRİ BÖYLE GÜZEL TANITTIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
BeğenBeğen
nemrut dağımız yok amaa
BeğenBeğen